“5. Kızılay Dostluk Kısa Film Festivali”nde Neşet Ertaş’ın müziği konuşuldu
Hüseyin Ertaş, “Biz 10 yıldan beri bir yükün altındayız. Babamız hakkında bir sürü yalan dolan haberler dolaşıyor, düzeltemiyoruz. Her gördüğümüz habere uyarı, ikaz gönderiyoruz.” ifadelerini kullandı.
Neşet Ertaş’ın oğlu Hüseyin Ertaş, “Babamın hayattayken hiçbir işine karışmadım. Zaten ne hakkım var? Ama babamız gittikten sonra bu işler bize kaldı. Bizim üzerimize düşen de babamızın, dedemizin eserlerinin sözü, müziği bozulmadan icra edilmesi, bu kadar. Bizim Kalan Müzik’e talimatımız, babamın da dediğinin aynısıydı; türküler yanlış çalınmasın, kıtalar eksiksiz okunsun.” dedi.
Anadolu Ajansının Global İletişim Ortağı olduğu, Balkon Film tarafından bu yıl beşincisi düzenlenen “Kızılay Dostluk Kısa Film Festivali”nde düzenlenen etkinliğe Hüseyin Ertaş, Bayram Bilge Tokel ve yönetmen Atalay Taşdiken konuk oldu.
Atlas 1948 Sineması’nda Hacı Mehmet Duranoğlu’nun yönetiminde, Neşet Ertaş’ın hayatının ve sanat yaşamının anlatıldığı programda konuşan Hüseyin Ertaş, babasının ekranlarda görüldüğü gibi bir insan olduğunu belirterek, “Ömrümüz ayrılıklarla geçti. Belli bir yaşımıza kadar babamızı 6 ayda, senede bir ya da televizyonlarda görürdük. Plaklarda, kasetlerde duyduğumuz onun türküleri bize mektup gibi gelirdi.” açıklamasını yaptı.
“14 yaşımdan sonra babamın yanında darbuka çalmaya başladım”
Hüseyin Ertaş, ömrünün gurbette geçtiğini dile getirerek, şunları aktardı:
“Rahmetli Ayşe halamız bizi Belçika’ya götürdü. Oradan rahmetli Necati amcamız aldı, Almanya’ya götürdü. O zamandan sonra devamlı babamızla beraberdik. ‘Saz House’ sayesinde biz Almanya’da kaldık. İşçi ailesi değildik. Babamızın başka türlü bir geliri de yoktu. O dükkan sayesinde hepimiz oturum alıyorduk ama dükkanın hiçbir geliri yoktu. Yani günlük çay paralarına bile yetmiyordu oranın kazancı. Babamız konserlere, düğünlere gidiyordu. Düğünlere gitme işi de Almanya’da başladı. Babam oyun havası çalmazdı daha önceden. Düğün işlerine başladıktan sonra oyun havaları çalmaya başladı. Ben de 14 yaşımdan sonra babamın yanında darbuka çalmaya başladım. Ondan sonra çalgıcı bir yoldaşlığımız oldu babamla.”
Babasının yalandan hiç hoşlanmadığını vurgulayan Ertaş, “Kin tutmazdı. En sevmediği şey yalandı. ‘Şeytan’ şiirini de o yüzden yazmıştır. Silah sevmezdi. Cana kıymak en kötü şeydi onun için.” dedi.
Ertaş, mahkeme kararıyla yayınlanması engellenen “Garip Bülbül Neşet Ertaş” filmine de değinerek, şöyle konuştu:
“Yorucu bir iş. Babamıza da bu teklifler zamanında geldi ama babamız kabul etmedi. Babamız gittikten sonra yapmayı da kendimize yakıştıramadık. Bugüne kadar bu teklifleri yapanlar anlayış gösterdi. Ama bu son kişiler anlayış göstermedi. ‘Aile müsaade etmiyorsa yazılmış kitabı satın alır, onu da senaryolaştırır, filmimizi yaparız.’ dediler. ‘Halka mal olmuş insanların özel hayatı yoktur, yapabiliriz. Bu bizim anayasal hakkımız’ diyorlar. Biz baştan kendilerine söyledik. Benim kayıtlı açıklamalarım da var. ‘Belgesel yapın, her türlü desteği verelim.’ dedik. İçinde kendi sesi, görüntüsü, sazı olsun, gerçekler olsun istedik. Babam insanların cebindeki sigara parasını almak istemediği için biletli konserler vermek istemezdi. Halka açık konserler verirdi. Yani böyle bir insandı. Babam, insanların kendisine olan sevgisini, sempatisini paraya çevirip ceplerini doldursun diye herhalde birilerine müsaade edecek değildi. Etmedi de zaten.”
“Babamızın, dedemizin eserlerinin sözü, müziği bozulmadan icra edilsin”
Hiçbir zaman göz önünde olmadıklarını sözlerine ekleyen Ertaş, “Babamız gittikten sonra bu işler bize kaldı. Bizim üzerimize düşen de babamızın, dedemizin eserlerinin sözü, müziği bozulmadan icra edilmesi, bu kadar. Bizim Kalan Müzik’e talimatımız da babamın dediğinin aynısıydı. Türküler yanlış çalınmasın, kıtalar eksiksiz okunsun. Bir eserin beş kıtası varsa lütfen beşi de okunsun. Bizim verdiğimiz talimat budur. Bazen remix, rap yapılıyor. Bunlara müsaademiz yok. Bir de babamızın vasiyeti var. Biz 10 yıldan beri bir yükün altındayız. Babamız hakkında bir sürü yalan dolan haber dolaşıyor, düzeltemiyoruz. Her gördüğümüz habere uyarı, ikaz gönderiyoruz. İşini doğru yapan gazetecileri tenzih ediyorum ama oradan kopyalayıp, oraya yapıştırmak kolay. Bir araştırmak lazım.” ifadelerini kullandı.
Hüseyin Ertaş, çekilen filmin senaryosunda yanlışlar olduğunu savunarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yine gördük ki o senaryoda da bir sürü yalan var. ‘Aile müsaade etmezse kitap satın alırız’ dediler. Kanunda yeri var mı bilmiyorum ama bizi bayağı yıprattılar. ‘İyi bir şey yapıyoruz.’ derken zararı babamıza olacak. Hiç yaşanmamış, olmamış şeylerle babamın kendi görüntüsü, sazı olmadan onu nasıl tanıtacaklar. Görüyoruz ki dur durak bilmeyen bir hırs var karşımızda. Herkes kendine yakışanı yapar. Herkes kendini iyi yakıştırdığı yerde durur. Biz dediğimiz gibi babamızın hatırasına sahip çıkmaya çalışıyoruz. Babamız ömrü boyunca özel hayatıyla hiçbir zaman göz önüne gelmedi. Sevgilileriyle fotoğraflar çektirmedi. Her zaman sanatıyla, felsefesiyle göz önünde oldu. Biz bile hiçbir zaman göz önüne çıkmadık ki, yanlış bir şeyler söyleriz, konuşuruz babamızın ismine zarar veririz diye. Biz de onun isminin, hatırasının üstüne titriyoruz.”
“Sanat onun için samimiyetti”
Müzisyen Bayram Bilge Tokel de festivalin Neşet Ertaş adına yapılmasını anlamlı bulduğunu söyleyerek, “Neşet Ertaş’ın söylediği her türkü, onun hayatında yaşadığı acıların, yoksullukların, aşkların, gurbetlerin, sefilliklerin, çilenin kendisinde bıraktığı izlerden ortaya çıkan eserlerdi ve yaşamadığı, yüreğinin derinliklerinde hissetmediği, içinde karşılığını bulmadığı hiçbir türküsü hatta hiçbir kelimesi yoktur diyebilirim. Sanat onun için samimiyetti.” değerlendirmesinde bulundu.
Neşet Ertaş’ın her zaman kendisini halktan biri gibi gördüğünü aktaran Tokel, şu bilgileri verdi:
“Pek çok sanatçı kendisini halktan ayrı, yüksek bir yere konumlandırır. Neşet Ertaş için bu böyle değildi. Neşet Ertaş halkın kendisiydi. Neşet Ertaş’ın konuşması şivesi, ağzı, türküleri Kırşehir, Orta Anadolu’dur ama Trabzon’da da Hakkari’de de Edirne’de de Almanya’da da Fransa’da da sevilir. ABD’de Ertaş’ın sevildiğini, misafir öğretim görevlisi olarak bulunduğum Maryland Üniversitesinin etnomüzikoloji bölümü hocalarından bizzat müşahede ettim. İlk defa dinleyenler ‘Ya bu nasıl bir sanattır?’ dedi.”
Tokel, “Bozkırın Tezenesi”ni çekerken Neşet Ertaş adına TRT Arşivi’nden herhangi bir şey bulamadıklarını dile getirerek, “Bütün olumsuzluklara, bütün ihmallere rağmen Neşet Ertaş, sanatını en üst seviyede yapmış bir insan olarak halkta da, her kesimde, her yerde karşılığını buldu diye düşünüyorum ve sanatıyla bize çok büyük bir emanet bıraktı. Onun bıraktığı büyük emanetler, sanatının dışında üç tane değerli evladı.” ifadelerini kullandı.
Neşet Ertaş’ın her zaman türkülerinin, notalarının ve sözlerinin kendisinin çaldığı gibi eksiksiz ve hatasız yazılmasını istediğini ve bu nedenle Prof. Dr. Erol Parlak’ın “Garip Bülbül Neşet Ertaş” kitabını kaleme almaya başladığını aktaran Tokel, “Kitap 15 senede bitmedi. Rahmetli bana en az 15-20 kere ‘Bu adam benim ölmemi bekliyor Bayram kardeşim. 15 senede kitap bitmez mi?’ diye sitem etti. Haklı olarak böyle bir rahatsızlığı vardı. Kitap vefatından 6-7 ay sonra mı çıktı, bilmiyorum. Kitabı görünce anladık ki aslında kitap türkülerden, şiirlerden, notalardan ibaret olacaktı. Bir sürü şeyler eklenmiş falan. Bu arada yani notalar yer alsın diye o arkadaşa verilen 25 türküsünün notası var. Yani Neşet Ertaş’ın demek ki kayda değer 25 türküsü var.” açıklamasında bulundu.
“Neşet Ertaş’ın hayata bakışını, felsefesini anlatmak istedik”
Yönetmen Atalay Taşdiken ise Hacı Mehmet Duranoğlu ile yaptıkları “Ah Yalan Dünyada” belgeseline değinerek, “Bizden önce yapılmış iki tane belgesel vardı. Bu ikisi de çok iyi belgesellerdi. Bir tanesi Bayram Bilge Hoca’nın TRT’yle, Almanya’ya gidip çektikleri ‘Bozkırın Tezenesi’, bir de 1990’lı yılların sonunda Can Dündar ve Hacı Mehmet’in birlikte yaptıkları ‘Garip’ belgeseliydi. Bu iki belgeselde de Neşet Ertaş’ın hayatının belli kesitleri zaten çok güzel bir şekilde anlatılmıştı. Biz otobiyografik, doğumundan ölümüne kadar bir hikayeyi anlatmak yerine, birkaç küçük olay üzerinden, onu çok yakından tanıyan insanlar üzerinden Neşet Ertaş’ın hayata bakışını, felsefesini insanlara anlatmak, bunu göstermek istedik.” ifadelerini kullandı.
Neşet Ertaş’ın sadece iyi bir müzisyen, bağlamacı ve söz yazarından öte çok iyi bir insan olduğunun altını çizen Taşdiken, “Biraz bu bilinsin istedik, bunu anlatmaya çalıştık belgeselde. Ulaşabildiğimiz insanlara ulaştık. Sonuçta sevabıyla kusuruyla kalıcı, gelecek kuşaklara Neşet’i anlatacak böyle bir şey yapmaya çalıştık. Ruhu şad olsun, nur içinde yatsın.” dedi.
Yorumlar kapalı